Klasik paranormal olaylar olan uzaduyum (telepati) ve ruhsalgörü (durugörü) aslında Duyu Ötesi Algı adıyla bilinen yeteneklerdendir. Bu iki yeteneği birbirinden ayırmak güçtür. Genellikle uzaduyum, zihinler arasındaki paranormal bilgi iletişimi olarak kabul edilir; ruhsalgörüde ise; bilgi, başka bir zihnin yardımı olmaksızın elde edilir. Bazı bakımlardan uzaduyum, ruhsalgörü yoluyla başka bir kimsenin zihnini okumak da sayılabilir. Pratikte, ruhsalgörüyü kapsamayan uzaduyum deneyleri yapmak güç olmakla birlikte, uzaduyum biraz incelik kullanılarak deney kapsamı dışında tutulabilir.
Bunun gibi duyu ötesi algı olaylarını gerçekleştirme yetenekleri oldukça nazik nitelikte olduğundan, soğuk ve anlayışsız laboratuvar atmosferinde kolayca yitirilebilmektedir. İkiz kardeşler arasındaki yakın ilişki bugün neredeyse efsaneleşmiştir; birçoğumuzda kilometrelerce uzakta yaşayan ve birbirlerinden hiç haber almadıkları halde aynı zamanda hastalanan ikizlerin varlığını biliriz.
İkiz kardeşinin ölümünü paranormal yollardan, belki görünmeyen bir ruhsal bağın kopması sonucu ya da uzaduyumsal bir kayıp duygusu yoluyla haber alan kişilerle ilgili birçok belgeler vardır.
İkizler arasındaki bu yakın zihinsel bağlantı, bir dizi deneyle kanıtlanmıştır. Bu deneylerde, ikizlere beyindeki akımları ölçen bir elektroansefalografi aygıtı bağlanmıştır. Deney sırasında ikizlerden birinin gevşemesi ve beyninin gevşeme durumundaki zihne özgü elektrik dalgaları vermeye başlaması üzerine, başka bir odada kardeşine bağlı olan aygıtta hemen aynı gevşeme bulgularını kaydetmiştir. Bu deney, haber iletimini değil, ruhsal durum değişimleri yönünden ikizler arasında var olan uzaduyumsal niteliği gösteriyordu.
Ruhsal bağlar
Oysa çok kere eşler ya da arkadaşlar arasında gerçekleşen benzer olayları açıklamak için hiçbir yakın kan bağı gerekmemektedir. İki kişi aynı anda aynı şeyi söylemeye başladıklarında ya da önemsiz bir olaya bilmeden aynı tepkiyi gösterdiklerinde, bu uzaduyum olabilir. Yine de, yalnızca birbirlerini çok iyi tanıdıkları için herhangi bir olaya aynı tepkiyi gösterdikleri de düşünülebilir.
Anneyle yeni doğan bebeği arasındaki bağ böyle kolayca açıklanamaz. Birçok anne güçlü bir uzaduyumsal bağa sahiptir ve çocuğunun rahatsızlığını içgüdüsel olarak sezer. Bu, biyolojik yönden büyük yarar taşıyan bir yetenek olabilir ve eğer gerçekse, bu yeteneğin evrim sürecinde tüm insan türünün kalıtsal özellikleri arasına girmesini bekleyebiliriz. Bu uzaduyumsal bağ görünüşte gerçektir, ama öteki paranormal olaylar gibi bunun da kanıtlanması güçtür ve ileri yaşlarda kaybolmaktadır. Belki de istediklerimizi başka yollardan dile getirmeyi öğrendikçe güvenilir olmayan bu yeteneğin yerini de konuşma almaktadır.
Sovyetler Birliğinde yapılan deneylerde, bir denizaltı içerisinde yavru tavşanlar belli aralarla öldürülmüş ve binlerce kilometre uzaklıktaki bir kara parçasında anne tavşanın beyin dalgaları her bir yavrunun öldürülmesi sırasında belirgin değişimler göstermiştir.
Kanıtların Tartılması
Duyu ötesi algı incelemelerindeki başlıca güçlük, bu olayların geçici ve süreksiz nitelikleridir. Duyu ötesi algının bu düzensiz görünümünün nedenini anlamak zor olmakla birlikte, bu yeteneğin kişinin ruhsal durumuna son derece bağlı olduğu düşünülmektedir. En başarılı Duyu ötesi algı uygulayıcıları ve bir çok medyum en verimli deneylerini gevşemiş ve dalgın bir ruhsal durum içinde bulundukları zaman gerçekleştirmişlerdir.
Başarılı bir deneydeki yoğun heyecan durumu kişinin Duyu ötesi algı güçlerini geçici olarak arttırabilmekteyse de, uzun sürede en iyi sonuçlar kişinin tam gevşeme durumunda olduğu zaman alınmaktadır. Kişiyi bu ruhsal duruma özgü olan beyin dalgalarını, yani alfa ritmini yayınlamaya alıştırmada elektroansefalografi ya da kısaca EEG kullanılır.
Birçok bilim adamı bu değişmiş bilinçlilik durumları'nın büyük önem taşıdığını varsayarak, yogilerin ve deneyüstü (transdantal) derin düşünceye dalış, Zen ve diğer derin düşünce teknikleriyle eğitilmiş kişilerin ruhsal yeteneklerini incelemişlerdir.
Şu halde, duyu ötesi algı bir gerçek midir? Yoksa yalnızca boş bir umut mudur? Londra Üniversitesi Psikoloji Profesörü Prof. Hans Eysenck, duyu ötesi algının gerçekliği konusunda eldeki kanıtları yeterince inandırıcı bulmaktadır:
“Eğer bütün dünyadaki 30 kadar üniversite kürsüsü ve bir çoğu önceleri ruhsal araştırmacıların savlarına karşı çıkmış olan çeşitli dallardaki son derece saygın yüzlerce bilim adamı arasında gizli bir işbirliği yoksa, tarafsız bir gözlemcinin varabileceği tek sonuç şudur: Sayıca az bazı kimseler henüz bilimin tanımadığı yollardan ya başkalarının zihnindeki ya da dış dünyadaki bilgileri elde etme yeteneğine sahiptirler.” Bu yorumun açıklanmasından 20 yıl sonra, yüzlerce laboratuar ve binlerce araştırmacı hala bu anlaşılması güç duyu ötesi algı olaylarını kanıtlamaya çalışmaktadır.